“Bu bende-i za’ifün ve efgende-i na’ifün velâdeti, zamân-ı/ câhiliyetde memleket-i Macarda şehr-i Kolojvârda mukadder/ olmağla «mā min mawlūdin illā yuladu ʿalā l-fitrati lakinna abawāhu yuhawwidānihi aw yunassirānihi aw yumağğisānihi» 3 fehvâsınca sinn-i/ sabâvetden berü Tevrat ve İncil ve Zebûr okumağa/ mülâzim olub maddelerinde tekmîl, tefâsirlerinde me’zûn,/ vazʿ ve nasîhat ile me’mûr oldukda üstâd-i bi-mürüvvetlerden mensûhdur diyü okumasından nehy olunduğum atîk ecza’-ı tevratları sırran mütâlaʿa eylemek hevesi zamîre hutûr et[di]…” (Risâle-i İslâmîye, 2a-2b.)
Doğum yeri bilinmekle birlikte doğum tarihi kesin değildir. Ancak 1670 ile 1674 arasında olduğu tespit edilebilir. Yukarıdaki ifadeleri ve risalesinde göze çarpan sağlam ilahiyat tahsiline dayanarak Kolozsvár 4 (s.: Kolojvar) şehrindeki Unitarian kolejinden mezun olmuş olduğu sonucuna varılabilir. 5
Anılarını yazdığı satırlarda İncil’de yahut kanonik olmayan ve ustalarıyla tartışmasına sebep olan bazı nüshalarda sözde Hz. Muhammed’in gelişini tebşir eden bölümlerin kendisini İslam’a yönelttiğini belirtmektedir. Fakat yaşam öyküsünün Risâle-i İslâmîye’nin yazılmasına kadarki döneminin hâlâ karanlık olmasının yanında mühtedi olmayı tercih etmesinin tam sebepleri de pek açık değildir. Hatta, kendisiyle temasta bulunan Avrupalı diplomat ile gezginlerin anıları da oldukça güvenilmez bilgiler ihtiva etmektedir. Bu şekilde II. Ferenc Rákóczi’nin maiyetinde bulunan İsviçre asıllı César de Saussure, hatıralarında İbrahim Müteferrika’nın Kolozsvár’lı fakir bir ailenin çocuğu olarak büyüdüğünü, Osmanlılar’a esir düşerek köle olduğunu, sonra Türk sahibinin insafsızlıklarından kurtulmak amacıyla İslâm’ı kabul ettiğini anlatır. 6 Bu hikaye, İbrahim Müteferrika’ya ait yazılarda uzunca bir süre yer almaya devam etmiştir. Osmanlı himayesine esir olarak girmişse de yukarıda sözünü ettiğimiz eserine göre, Müteferrika’nın ihtidasının kendi içinden kaynaklanan, bilinçli fikrî süreçlerin sonucu olmuş ve bunda bazı zorlayıcı etkiler sadece yardımcı olmuştur. Bu dönemin Erdel’deki siyasî ve kültürel münasebetleri göz önüne alarak Müteferrika’nın daha sonra İslâm medeniyetine intibak işine yardımcı olacak bilgilerini (Osmanlıca bilgisi, İslâm’la ilgili dinî bilgileri) hayatının bilhassa Erdel’de geçen yıllarında edinmiş olduğunu tahmin edebiliriz. Orta Macar beyi Imre Thököly’nin yanında tercüman olarak ya da başka türlü hizmetler çerçevesinde Türklerle ilişkiler kurmaya başlama ihtimali da gözardı eldilemez. 1690 tarihli bir belgede Thököly’nin kâtipleri arasında kendisiyle aynı adı taşıyan (Macarca yazımıyla: Ábrahám) Macar asıllı birine rastlanır ancak aynı kişi olduğunu kanıtlamak mümkün olmamıştır. 7 Risâle’de belirtilen Habsburg ile Papa aleyhtarlığı dikkate alındığında, Habsburg ordularının Erdel’i işgali ve Protestanlara karşı yürütülen yeniden Katolikleştirme girişimleri Müteferrika’nın Osmanlıya iltica etmesini bizzat teşvik etmiştir denebilir. Osmanlılar tarafından savaş esiri olarak ele geçirildiğini dikkate alırsak, Macaristan’ı terk etme tarihi olarak Erdel’e yapılan son büyük Osmanlı seferinin tarihi olan 1692 yılı kabul edebiliriz.
Lâkabı da olan müteferrika rütbesini 1716’da kazanmıştır. Son yıllarda yürütülen araştırma çalışmaları sırasında Türk arşivlerinde, özellikle Macaristan ile ilgili diplomatik görevlendirmelere ait yazmalardaki İbrahim adlı kimselerin hangisinin İbrahim Müteferrika olabileceği bir yere kadar 8 netleştirilmiştir. Önce de Osmanlı-Habsburg münasebetlerinde görevlendirilen Müteferrika 1717’den başlayarak (başka bir görüşe göre 1720’den) Tekirdağ’da geçirdiği mültecilik yılları boyunca II. Ferenc Rákóczi’nin İstanbul’daki mihmandarı olarak tayin edilmiş ve bu vazifesinde Rákóczi’nin vefatına kadar (1735) kalmıştır. 9
Özellikle kendi adıyla özdeşleşen matbaa serüveni Sultan III. Ahmed (1703-1730) ile sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim döneminde vuku bulan Lale Devri’ne rastlar. Bu dönemde Osmanlı hükümeti, Batı’daki kültürel ve teknik gelişmelerin neticelerinin iktibas edilmesi yoluyla çağdaşlaştırmak amacıyla devletin yalıtılmışlığına son vererek bilinçli olarak Batı’ya açılmaya başlamıştır.
Bu avantajlı siyasî ortam ile birlikte Müteferrika tarafından matbaacılığa ve basım yoluyla erişilebilecek geniş fırsatlar için gösterdiği gayretler 1728’de ilk Osmanlı basımevinin açılmasının yolunu açmıştır.
Matbaanın kuruluşu ve basılan eserler hakkındaki bazı resmî belgeler kitapların ilk sayfasında yayımlanmaktaydı. Basım ve yayıncılık tarihinin arka planını da açıklayan bu belgeler arasında hatt-ı şerif sureti, fetva, takrizler ve İbrahim Müteferrika tarafından yazılmış, matbaanın yararlarını vurgulayan Vesîlet ül-tibaa adlı kısa bir risale bulunmaktadır. Yayımcılık tarihiyle ilgili bu ekler ve yayımlanacak kitapların konuları, eserlere Müteferrika tarafından eklenen önsözler Osmanlı medeniyetini neşriyat vasıtasıyla çağdaşlaştırmaya çalışan, kararlı, aydınlanmış bir insanın çabalarını yansıtır.
1730’da Patrona Halil ayaklanması Müteferrika’ya da destek veren hükümeti düşürmesine karşın basımevi, azalan verimlilikle de olsa 1745’e kadar faaliyetine devam etmiştir.
Fransızca belgelere göre, Belgrad antlaşmasıyla sona eren Osmanlı-Habsburg savaşı yıllarında (1736-1739) Rákóczi’nin oğlu József’in Habsburglara karşı desteklenmesi konusunda, Osmanlı hükümeti Müteferrika’ya önemli rol biçmiş ama, bu planlar daha sonra suya düşmüştür. 10 Müteferrika’nın hayatındaki son eser, yani on altıncı kitap (on yedinci eser) 1742’de matbaasından çıktıktan sonra Osmanlı matbaacılığı 1757 yılına kadar kış uykusuna yatar. Devletin farklı diplomatik vazifelerinde bulunmuş olan „Basmacı”nın hayatının son iki yılı hakkında doyurucu bilgi eksikliği çekmekteyiz. 1743’te, Dağıstan’a bir göreve gönderilen ve ertesi yıl hizmete giren Yalova kağıt imhalathanesinin emini olarak tayin edilen İbrahim Ağa ile Basmacı arasında yalnızca bir isim benzerliği olduğu şüphelidir.
Yaşamının farklı dönemleri gibi hangi şartlarda öldüğü, hatta ölüm tarihi de biraz kuşkuya yer bırakmaktadır. Müteferrika’nın ölüm tarihinin 1747 yılı olması muhtemeldir. Mezar taşı İstanbul’da Galata Mevlevihanesi’nin mezarlığında bulunmaktadır. Heykeli ise Kapalı Çarşı’nın batı yanında yer alan ve 1950 yılındaki yangından sonra yeniden inşa edilen Sahaflar Çarşısında yer alır ve ayaklığındaki kitabesinde, onun bastığı 17 eserin adı yazılıdır.